Hipertansiyon:
Hipertansiyon (Yüksek Tansiyon) Nedir? Kan dolaşımının sağlanması için bir basınç gereklidir. Bu basıncın normalden fazla olmasına hipertansiyon denir. Hipertansiyon için kullanılan diğer bir isim ise, YÜKSEK TANSIYON'dur. Kan basıncı ölçülürken 2 kan basıncı değerine bakılır:
Hipertansiyon çok yaygın bir hastalıktır. Hipertansiyon, kalıcı sakatlık ve ölüm nedeni olan toplumsal bir sorundur. Hastaların azımsanmayacak bir kısmının kan basıncı yüksekliğinin farkında olmaması, hipertansiyonun önemini artırmaktadır. Hipertansiyon, değişik böbrek, kalp, damar hastalıklarına, felçlere ve görme kaybına yol açabilir. Tuz tüketiminin fazla olduğu toplumlarda, kan basıncı yüksekliğine daha sık rastlanır. Amerika Birleşik Devletleri'nde, hipertansif hasta sayısı, yaklaşık 50 milyondur. Türkiye'de, 1993 yılında yapılan bir çalışmada, 4023 adet kan basıncı ölçümü yapılmıştır. Bu çalışmada, diyastolik kan basıncı, hastaların % 36' sında 85 mm Hg ve sistolik kan basıncı hastaların % 20'sinde 145 mm Hg'dan daha yüksek bulunmuştur. 70 yaşın üzerinde, hipertansiyon sıklığı % 30'lara çıkabilir. Özet olarak; toplumdaki 5-6 erişkinden birinde, kan basıncı yüksekliği vardır.
Kalbiniz, yumruğunuz büyüklüğünde kaslardan yapılmış bir pompadır. Kalbiniz dakikada yaklaşık 70 kez atar. Dakikada ortalama 5 litre kanı vücuda pompalayan kalbin yaşam süresi boyunca pompaladığı kan 180 milyon galondur. Hepimizde tansiyon vardır. Bu tansiyonun kaynağı, kalbin vücudumuza sürekli kan pompalaması ve bu kanın geçtiği damarların genişliğidir. Sağlıklı ve genç bir yetişkinde normal tansiyon yaklaşık 12/8 dir. Bu rakamlardan büyük olanı kalbin her atış anındaki tansiyonu, küçük olanı ise iki kalp atışı arasındaki tansiyonu gösterir. Egzersiz, heyecan, öfke ya da endişe kalbinizin daha hızlı atmasına neden olur ve bir süre için tansiyonunuzu yükseltirler. Yüksek tansiyon, tansiyonun kalp krizi ya da felce neden olabilecek düzeye yükselmesiyle ortaya çıkar.
Ne yazık ki yüksek tansiyon kalp-damar sağlıyıyla bağlantılı, çok sık görülen bir risk faktörüdür ve kalıtımsaldır. Ama endişelenmeden önce, özellikle bir akrabanızda yüksek tansiyon varsa, kontrol için doktorunuza başvurmanız iyi olur.35 yaşın üzerindeyseniz, her üç yılda bir tansiyonunuzu ölçtürmenizi öneririz. Bunun için, hiçbir zaman geç kaldığınızı düşünmeyiniz. Aşırı kilolar, aşırı alkol tüketimi, kötü beslenme, stres, egzersiz azlığı ve bazı hastalıkların ve ilaçların yan etkileri yüksek tansiyona sebep olurlar.
Yüksek tansiyonun genellikle belirtisi yoktur. Bu yüzden, yüksek tansiyonunuz olduğu halde uzun bir süre bunun farkına varmadan yaşarsınız. Bazıları baş ağrıları ve yorgunluğun yüksek tansiyon işareti olduğunu düşünür ama bu durum her zaman geçerli değildir. Çoğunlukla, zarar ortaya çıktıktan sonra yüksek tansiyon olduğu anlaşılır. Sadece düzenli doktor kontrolünden geçerek yüksek tansiyonunuz olup olmadığını anlayabilirsiniz.
Ana neden damarların daralmasıdır. Bahçenizi suladığınız hortumu bir örnek olarak alabiliriz. Raslantı sonucu hortuma bastığınızda, hortumun ucundan akan su azalır, hortumun bastığınız kısmında büyük bir basınç oluşur.
Damarlar daraldığında, dolaşım sistemindeki kan basıncı da benzer şekilde artar. Normalin üzerindeki bu yüksek basınç teşhis edilmezse, ardından kalp hastalıkları ve felç gelebilir.
Yüksek basınçla damarlarda dolaşan kan, damar duvarlarını tahrip edebilir. Sonuçta, duvarlar kalınlaşabilir ve iç yüzeylerinde kolesterol birikebilir. Bu noktalarda kanın pıhtılaşması ihtimali vardır. Bir kan pıhtısı kalbe kan akışını önlediğinde kalp krizi, beynin bir kısmına kan akışının önlendiğinde de felç durumu ortaya çıkar.
Yüksek tansiyon uygun bir şekilde uygun bir şekilde tedavi edildiğinde bütün bu sorunların ortaya çıkma riski azalır.Bir doktor, tansiyonunuzun normal düzeye çekilmesi için aşağıda verilen basit ölçülerden hangisine ihtiyacınız olduğuna karar verebilir.
Belki de, en önemli nokta kilonuza dikkat etmektir. Düşük ağırlık düşük tansiyon demektir.
Ülke, zaman veya araştırmacıya göre değişiklik göstermektedir. Genel olarak, sistolik kan basıncının (büyük tansiyon) 14 cm Hg (140 mm Hg) ve diyastolik kan basıncının (küçük tansiyon) 9 cm Hg'dan (90 mm Hg) yüksek olması hipertansiyon olarak kabul edilir. Daha önce mevcut olan hafif - orta hipertansiyon gibi tanımlar, hipertansiyonun yol açtığı hedef organ hasarı riskini saptamada yetersiz kaldığı için yeni bir hipertansiyon tanım ve sınıflandırması yapılmıştır. Hipertansiyonun tanım ve sınıflandırılması yapılırken, günümüzde risk faktörleri de değerlendirilmelidir. ( Kardiovasküler Risk Faktörleri başlıklı bölüme bakınız). Bu bölümde, iki tanım ve sınıflandırma anlatılmıştır. 1. 1997 yılında, Birleşik Ulusal Komite'nin (Joint National Committee, JNC) 6. raporunda, erişkinler için kabul edilen hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasına göre, diyastolik kan basıncı değeri olarak Korotkoff'un 5. sesinin kullanılmasını önermektedir. Sınıflandırmaya yüksek normal hipertansiyon tanımlamasının girmesi, bu hastalarda, hipertansiyon ve kardiyovasküler olay gelişme riskinin kan basıncı normal olan kişilere göre daha yüksek olmasıdır.
Bir hastada, sistolik ve diyastolik kan basıncı değerleri, iki ayrı gruba ait ise, yüksek olan grup kabul edilmelidir. Örneğin, kan basıncı 190/102 mm Hg ise Evre 3 hipertansiyondan bahsedilir. Hastada, hipertansiyonun evresini belirtirken tek ölçüme göre karar verilmemeli ve en az 2 ölçümün ortalaması alınmalıdır. Sadece hipertansiyonun evresi belirtilmemeli, hastada mevcut olan hedef organ hasarı ve risk faktörleri de değerlendirilmelidir. Örneğin, kan basıncı 190/102 mm Hg ölçülen, koroner arter hastalığı, sol ventrikül hipertrofisi ve diyabetes mellitusu olan bir hasta, Evre 3 , koroner arter hastalığı, sol ventrikül hipertrofisi ve diyabetes mellitus olarak kaydedilmelidir. 2. Dünya Sağlık Örgütü (WHO, World Health Organization) tarafından geliştirilen hipertansiyon tanım ve sınıflandırması. Dünya Sağlık Örgütü'nün geliştirdiği hipertansiyon 'evrelendirmesi' de yararlı bilgiler verir.Hipertansiyon tanımlamasında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) sınıflandırması:
Hipertansiyonun organ hasarına göre sınıflandırılması:
Hipertansiyon pratiğinde sık kullanılan iki deyim de; kötü huylu (malign) ve hızlanmış (accelerated) hipertansiyondur. Hızlanmış hipertansiyon, papil ödemi veya medikal acil durum olmadan ilerleyen böbrek yetmezliği veya göz dibi kanamaları gibi hedef organ hasarının olmasıdır. Kötü huylu hipertansiyon ise, hipertansiyon ile ilişkili papil ödemi, akciğer ödemi, ensefalopati, bayılma ve hipertansiyona bağlı angina gibi durumların varlığı olarak tanımlanır.
İnsan vücudunda, tüm organ ve dokuları besleyen damarlar bulunur. Hipertansiyon, kan damarlarında basıncın artması durumudur. Evimizdeki musluklara suyu taşıyan su borularındaki gibi bir basınç, tüm damarlarda mevcuttur. Nasıl su borularında basınç artışı, tıkanma ve patlamalara yol açarsa, hipertansiyon da damarlarda patlamalara ve tıkanmalara yol açar. Tüm organ ve dokularda damar olduğu için hipertansiyon tüm vücudu etkileyebilir. Hipertansiyondan en çok etkilenen organlar; kalp, beyin, böbrekler, büyük atardamarlar ve gözlerdir. Hipertansiyon bu organları etkileyerek kalıcı sakatlıklara ve ölümlere yol açabilir. Hipertansiyonun vücuda verdiği başlıca zararlar, aşağıda özetlenmiştir:
Hipertansiyonun vücuda verdiği bu zararlar, hastaların moralini bozmamalıdır. Hipertansiyon, tedavi edilebilir bir hastalıktır ve yeterli tedavi ile bu zararlar minimuma indirilebilir. Bu zararları minimuma indirebilmek için hastalarımızın Sık Yapılan Hatalar bölümünü mutlaka okumaları gereklidir. Hipertansiyon zamanında teşhis edilip, uygun şekilde tedavi edilirse, yukarıda sayılan hastalıklar ve bunlara bağlı ölümler önlenebilir.
Hipertansif hastalarda, kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi ve mümkünse değiştirilmesi, tedavinin temel noktalarından birisidir. Hipertansif hastalarda, hipertansiyon dışındaki kardiyovasküler risk faktörlerine de sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörlerinin düzeltilmesi ile kardiyovasküler kalıcı hasar ve ölüm riski kesin olarak azaltılır. Günümüzde, hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasında da kardiyovasküler risk faktörlerinin önemi giderek artmaktadır. Aşağıda kardiyovasküler risk faktörleri özetlenmiştir:
Hipertansiyon tedavisi ile kardiyovasküler risk azalmaktadır. Lipid (yağ) metabolizması bozuklukları, majör ve düzeltilebilir kardiyovasküler risk faktörlerinden birisidir. Yapılan tüm büyük çalışmalarda serum kolesterol düzeyi ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişki gösterilmiştir. Günümüzde, kardiyovasküler risk açısından toplam kolesterolden ziyade LDL - kolesterol düzeyi temel alınmalıdır. Kardiyovasküler riski azaltmak için toplam kolesterol düzeyi 200 mg/dl ve LDL-kolesterol düzeyi 130 mg/dl'nin altında tutulmalıdır. HDL-kolesterolün düşüklüğü de bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Diyetin kolesterol içeriği ile kardiyovasküler risk arasında da doğrudan ilişki vardır. Hipertansif hastalara, düşük kolesterol ve düşük doymuş yağ asidi içeren, liften zengin diyet önerilmelidir. Diyetle istenen kolesterol düzeyi sağlanamayan hastalarda, kolesterol düşürücü ilaçlar kullanılmalıdır. Hastalar katı yağ yerine sıvı yağ, kırmızı et yerine beyaz et kullanmalıdır. Şişmanlık ile koroner arter hastalığı arasındaki ilişki birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak şişman hastalarda, hipertansiyon, fiziksel aktivite azlığı, diyabetes mellitus ( şeker hastalığı ) ve lipid metabolizması gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerine da daha sık rastlanır ve bu kardiyovasküler risk faktörler, şişmanlığın bağımsız etkisini maskeleyebilir. Yetersiz egzersiz kardiyovasküler riski arttırır. Öte yandan sedanter yaşam, kan şekeri, kolesterol ve kan basıncı kontrolunu zorlaştırır. Düzenli egzersiz yapanlarda, koroner arter hastalığı riski de azalır. Diyabetes mellitus ( şeker hastalığı ) iyi bilinen bir kardiyovasküler risk faktörüdür. Ayrica diyabetik hastalarda lipid (yağ) metabolizmasi bozuklukları, hipertansiyon, şişmanlık gibi diğer kardiyovasküler risk faktörleri de sıktır. Sigara, koroner arter hastalığı sıklığını arttırdığı gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerinin etkisini de arttırır. Sigara içimi, Türkiye'deki en önemli sağlık problemlerinden birisidir ve ne yazik ki kullanımı giderek yaygınlaşmaktadır. Sigaranin bırakılması ile koroner arter hastalığı riski azalır ve bu azalma 12 ay sonra en belirgin hale gelir. Tip A kişiliğine sahip kişiler, mükemmeliyetçi, obsesif, hırslı ve gergin bir özellik sergilerler. Kardiyovasküler risk faktörleri, gerek Dünya Sağlık Örgütü gerekse Bileşik Ulusal Komite raporlarında, hipertansiyon tanım ve sınıflandırmasında kullanılmaya başlanmış ve tedavi planlanırken kardiyovasküler riskin belirlenmesi önerilmiştir.
Hipertansiyon gelişiminde, tuzun çok büyük önemi vardır. Bazı insanlarda, böbreğin tuz (NaCl) atma kapasitesi sınırlı olabilir ve gereğinden fazla tuz alınması, hipertansiyonun ortaya çıkmasına veya hipertansiyonun tedavisinde başarısızlığa yol açabilir. Gerek hayvan deneyleri gerekse insanlar üzerinde yapılan çalışmalar, hipertansiyon gelişiminde, tuzun rolünün olduğunu ispatlamıştır. Bu çalışmalardan bazılarının sonuçları aşağıdadır: Toplumların çoğunda, tuz tüketimi ile kan basıncı yüksekliği ve hipertansiyon sıklığı arasında yakın ilişki vardır.
Çok az tuz tüketen toplumlarda, ortalama kan basıncı daha düşüktür ve hipertansiyona çok az rastlanır.
Genetik yatkınlığı olan hayvanlara, tuz verilirse hipertansiyon gelişmektedir.
Kısa süre fazla tuz verilen kan basıncı normal insanlarda, kan basıncı yükselir.
Hipertansif kişilerin çoğunda kan hücrelerinde ve vasküler dokuda, sodyum konsantrasyonu artmıştır.
Çoğu insanda, günde 60-90 mmol sodyum tüketimi kan basıncını düşürmektedir. (Daha ayrıntılı bilgi için İlaçsız Tedavi başlıklı bölüme bakınız) Fazla tuz alımı, hipertansiyona yol açan birçok pressör mekanizmayi aktive eder.
Böbreklerin hipertansiyon gelişimindeki rolü çok önemlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, % 5 olasılıkla bir böbrek hastalığı vardır. Bu nedenle, tüm hipertansif hastalar böbrek hastalıkları yönünden incelenmelidir. Bu amaçla, basit bir idrar incelemesi bile çoğu zaman yeterlidir. Hipertansiyonu olan bir hastada, böbrek hastalığının saptanması, böbrek hastalığının erken tanısına ve tedavisine de olanak sağlar. Zaten böbrek hastalığına bağlı bir hipertansiyon söz konusu ise, böbrek hastalığı tedavi edilmeden hipertansiyonun kontrol altına alınması çok zordur. Bazı durumlarda, hipertansiyon da böbrek hastalığına yol açabilir; "hipertansiyon mu önce olmuştur böbrek hastalığı mı önce olmuştur" bunu ayırmak zor olabilir. Bu durum, aynen "tavuk mu önce olmuştur yumurta mı önce olmuştur" ayırımı gibi karmaşık bir hal alabilir.
Hipertansiyon tedavisinde temel amaç, hedef organ hasarını önleyerek sakatlık ve ölümleri azaltmaktır. Öncelikle mevcut olan diğer kardiyovasküler risk faktörleri ve hedef organ hasarları tedavi edilmelidir. Sekonder hipertansiyon olan hastalarda yani hipertansiyonu başka bir hastalığa bağlı olan hastalarda hipertansiyona yol açan hastalık tedavi edilmelidir.Hipertansiyonun nedeni saptanamaz ise kan basıncı, hastaların yaşam düzeni değiştirilerek veya ilaçla düşürülmelidir. Hastalarda yaşam düzeninin değiştirilmesi ( ilaçsız tedavi ) kesinlikle ihmal edilmemelidir. Hipertansiyon tedavisi planlanırken tartışılan iki konu şunlardır:
Kan basıncı sistolik ( büyük ) 160 mm Hg veya diyastolik ( küçük ) 100 mm Hg'nin üzerinde ise antihipertansif tedaviye hemen başlanmalıdır. Üzerinde tartışılan değerler, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg'dir. Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe, kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Birleşik Ulusal Komite'nin ( Joint National Committee, JNC ) 6. raporu ve Dünya Sağlık Örgütü'nün (World Health Organization ) bu konudaki görüşleri farklı olmakla birlikte birbirine benzer. Genel eğilim, hastada başka kardiyovasküler risk faktörleri varsa, sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) için 140-160 mm Hg ve diyastolik kan basıncı (küçük tansiyon) için 90-100 mm Hg değerlerinde de ilaç tedavisine başlamaktır.
Antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldükçe kardiyovasküler risk doğru orantılı olarak azalmaktadır. Belli bir diyastolik kan basıncı değerine ulaşıldıktan sonra, kan basıncının daha da düşürülmesi, kardiyovasküler hastalık riskini arttırmaktadır. Günümüzdeki bilgilerle, kan basıncının çok düşürülmesi sakıncalı olabilir. Bu konuda doktor karar vermelidir. Birleşik Ulusal Komite' nin 6. raporuna göre, kan basıncı, kesinlikle 140/90 mm Hg'nin altına düşürülmelidir. Kan basıncı, 140/85 mm Hg' ya indirilebilir ancak daha fazla düşürülmesinin yararı belirsizdir. Dünya Sağlık Örgütü raporuna göre ise kan basıncı, yaşlılarda 140/90 mmHg'nin altına, gençlerde ise 120-130/80 mm Hg'ya indirilmelidir. Diyabetik hastalarda (şeker hastalarında), kan basıncı 130/85 mm Hg'nin altına indirilmelidir. Böbrek hastalığı olan hastalarda, kan basıncı daha da aşağı değerlere düşürülmelidir. Bu değerler konusunda, hastaların doktorlarına başvurmaları gereklidir.
Kan basıncı yüksekliğine birçok mekanizma yol açar. Bu nedenle, etki mekanizmaları değişik olan çok sayıda ilaç geliştirilmiştir. Bu ilaçlardan birçoğu, geçmişte yaygın olarak kullanılmasına karşın günümüzde, artık kullanılmamaktadır. Günümüzde kullanılan ilaçlarla kan basıncını kontrol altına almak hastaların neredeyse tamamında mümkündür. Birçok hasta veya hasta yakını ülkemizdeki ilaçları yeterli bulmayıp yurt dışından ilaç getirmektedir veya yurt dışında yaşayan yakınları bu ilaçlar daha etkili diye hastalarımıza göndermektedir. Ülkemizde bulunan ilaçlar, çok az sayıda hasta dışında yeterlidir. Bu nedenle hastaların önemli kısmında yurt dışından ilaç getirmeye gerek yoktur. İlaç seçiminde, 30-40 yıl önce geçerli olan basamak tedavisinde kullanılan ilaçların bir kısmı günümüzde kullanılmamaktadır; bu nedenle ve yeni ilaçların geliştirilmesi ile günümüzde basamak tedavisi terkedilmiştir. Günümüzde, hastanın hedef organ hasarını, yaşam kalitesini, eşlik eden hastalıkları ve diğer kardiyovasküler risk faktörlerini dikkate alan ve tedavinin bu veriler altında planlanmasını öngören bireyselleştirilmiş tedavi yaklaşımına geçilmiştir. İlaç tedavisinde önemli noktalardan bir tanesi, tedavi maliyetidir. Ancak tedavi maliyetinin ilaç maliyetinden başka laboratuvar incelemeleri, vizite ücreti, hekim ile hastanın kaybettikleri ve yan etki maliyeti gibi unsurları da içerdiği unutulmamalıdır. Tedaviye, genellikle tek ilaçla başlanır, bu amaçla ilk ajan olarak seçilebilecek ilaçlar, aşağıda özetlenmiştir. Antihipertansif tedavide seçenekler (İlaçların grupları belirtilmiştir)
Günümüzde, basamak tedavisi yerine bireyselleştirilmiş tedavi kullanılmalıdır. Bireysel tedavide, ilaçların yan etkileri ve hipertansiyona eşlik eden hastalıklar gözönünde tutulur. Genel olarak, bu ilaçların antihipertansif etkinlikleri birbirine benzer ve hastaların yaklaşık % 5-10'u verilen ilacı, yan etkisi nedeni ile bırakmak zorunda kalır. Tedaviye ikinci bir ilaç eklenmesi söz konusu ise uygun kombinasyon seçilmelidir. Tedaviye tek ilaçla başlanmış ise tedavi değiştirilmeden ( ciddi yan etki yok ise ) önce, 4-6 hafta beklenmelidir. Tedavi değişikliği, doz artırımı veya ikinci ilaç eklenmesi şeklinde olabilir. Şiddetli hipertansiyon ( Diyastolik kan basıncı 130 mmHg' dan fazla ise ) veya hipertansiyona bağlı ciddi organ fonksiyon bozukluğu var ise, tedaviye birden fazla ilaçla başlanabilir. İlaç seçiminde, "yeni ilaçların eski ilaçlardan daha iyi olduğu" düşüncesi, her zaman doğru değildir. Yeni ilaçların reklamı daha fazla yapılmaktadır. Unutulmamalıdır ki, iyi ilacın reklamı olmaz. İlaç seçimi, kesinlikle bir doktor tarafından yapılmalıdır. Antihipertansif ilaçlar hakkında, daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyen hastalar, daha sonra hazırlanacak İlaçlar bölümünden yararlanabilirler.
İlaçsız tedavi yani yaşam düzeninin değiştirilmesi, kan basıncı yüksekliğini kontrol etmenin yanı sıra hipertansiyonunun önlenmesinde de yararlıdır. Hastalar, ilaçsız tedaviyi kesinlikle ihmal etmemelidir. Şişmanlık, şeker hastalığı veya kanında yağı yüksek ( hiperlipidemi ) olan hastalarda, yaşam düzeninin değiştirilmesinin önemi daha da artar. Yaşam düzeninin değiştirilmesi, hipertansiyonu tek başına kontrol edebileceği gibi ilaç gereken durumlarda, ilaç dozunun azaltılmasına da olanak sağlar. Yaşam düzeninin değiştirilmesindeki temel noktalar, aşağıda özetlenmiştir:
Diyetle tuz alınımının günde 100 mmol'ün ( 6 gram NaCl [tuz] ) altına düşürülmesinin kan basıncını düşürdüğü, birçok çalışmada gösterilmiştir. Yaşlı, diyabetik ( şeker hastaları ) veya hipertansif hastalarda, diyette tuz kısıtlamasının kan basıncını düşürücü etkisi, daha belirgindir. Diyetle tuz kısıtlaması, kan basıncı kontrolünü kolaylaştırır, antihipertansif ilaç ihtiyacını azaltır ve kalp büyümesini geriletebilir. Diyette tuz kısıtlaması yapmak için gerekenler tuzsuz ekmek kullanılması, yemek pişirilirken tuz atılmaması, sofraya konulmuş yemeklere, tadına bile bakmadan tuz atma alışkanlığının terkedilmesi ve gıda seçiminde gıdaların tuz içeriğine bakılmasıdır. Doktora danışmadan yapay tuz kullanmak zararlı olabilir. Bunun 2 nedeni vardır; yapay tuzlarda, sınırlı da olsa tuz bulunabilir. Bazı antihipertansif ilaçlarla yapay tuzların birlikte kullanılması, sakıncalı olabilir. Şişman hastalar mutlaka zayıflatılmalı ve ideal kiloya getirilmelidir. 4-5 kilo kaybı bile kan basıncı kontrolünü kolaylaştırabilir. Şişman hastalar en az 10 kg zayıflatılmalıdır. Kilonun kontrol altına alınması, yağ metabolizması bozuklukları veya diyabetes mellitus ( şeker hastalığı ) gibi diğer kardiyovasküler risk faktörlerin de kontrol edilmesini kolaylastırır. Düzenli aerobik, egzersiz ( yürüme, koşma, yüzme, bisiklete binme vb. ) kilo kaybını hızlandırır, kan basıncı kontrolunu kolaylaştırır, kardiyovasküler riski ve mortaliteyi azaltır. Ağırlık kaldırma, vücut geliştirme gibi izotonik egzersizlerden kaçınılmalıdır. Egzersiz sıklığı haftada en az 3 kez, tercihen 5 kez, 30-45 dakika süreli olmalıdır. Egzersizin 2 hafta bırakılması, olumlu etkisini ortadan kaldırır. Kalp hastalığı gibi sorunları olanlar egzersiz programına başlamadan önce, doktor kontrolünden geçmelidirler. Hastalar araba kullanmaktansa toplu taşıma araçlarını kullanmalı, kısa mesafelerde yürüyüş yapmalı, asansöre binmektense yürümelidir. Günlük yaşantıda, fiziksel aktivite arttırılmalıdır.
Birçok hastada, önerilen tedaviye rağmen kan basıncı kontrol altına alınamaz. Hipertansiyon tedavisinde değişiklik yapmadan önce, tedavide başarısızlığa yol açabilecek nedenler, gözden geçirilmelidir. Tedavide başarısızlığa yol açan nedenler:
Tedaviye uyumsuzluk: Ülkemizde, tedavide başarısızlığın en önemli nedeni, tedaviye uyumsuzluktur. Bu konuda hem hasta hem de doktor suçlu olabilir. Tedaviye uyumsuzluğun en önemli nedeni, hastanın önerilen tedaviyi anlamamasıdır; bu nedenle, doktorların hastalarına tedaviyi ayrı bir kağıda yazarak anlatması gerekebilir. İlaca ait yan etkiler ortaya çıkabilir; örneğin beta blokör alan bir hastada, iktidarsızlık ortaya çıkabilir ve hasta bu durumunu hekime söylemeye çekinerek ilacı bırakabilir. Hasta, unutkanlık veya bunama nedeni ile de ilacı alamayabilir; bu durumda, birlikte yaşadığı bir yakınının eğitilmesi gerekebilir. İlaçsız tedavide de uyumsuzluk olabilir, hasta tuz kısıtlaması yapmayabilir. Hastaların tedaviye uyumu, doktorları tarafından kolaylıkla denetlenebilir. İlaçla ilişkili nedenler: İlaç dozu yetersiz olabilir. Uygunsuz iki ilaç birlikte kullanılıyor olabilir. Yanlış ilaç kullanılıyor olabilir. Doktorların reçetede yazılarının kötü olması veya eczacının yanlış okuması, hastanın yanlış ilaç kullanmasına neden olabilir. Hasta, aldığı antihipertansif ilaçların etkinliğini azaltan baska bir ilaç alıyor olabilir (Sık Sorulan Sorular başlıklı bölüme bakınız). Hasta ile ilişkili durumlar : Hasta, bu dönemde kilo almış, ilaçsız tedaviyi uygulamamış veya alkol tüketimini artırmış olabilir. Sekonder hipertansiyon: İlk muayenede gözden kaçmış bir hastalığa bağlı hipertansiyon (sekonder hipertansiyon) tedavide başarısızlığa yol açabilir. Böbrek yetmezliği var ise kan basıncının kontrolu zorlaşabilir.
Sıvı fazlalığı : Yetersiz idrar söktürücü ilaç tedavisi, diyetle artmış tuz alımı, böbrek hastalığının ilerlemesi ve kan basıncının düşmesine bağlı sıvı birikimi gibi nedenlerle sıvı fazlalığı ortaya çıkabilir.
Yalancı hipertansiyon (Pseudohypertension) : Kan basıncı, sıklıkla kolda dirseğin hemen üzerindeki atardamardan (brakiyal arter) ölçülür. Bu atardamarda daralma varsa tüm vücutta, kan basıncı yüksekliği olmadan kan basıncı yüksek ölçülebilir. Bu hastalarda sertleşmiş atardamar (brakiyal arter) kolaylıkla elle hissedilir ve bu durum kan basıncı ölçülmeden önce farkedilir. Çok nadir bir durumdur. Tedavide başarısızlık sonucuna ulaşmadan önce Beyaz Önlük Hipertansiyonu ekarte edilmelidir.
Pratikte, kan basıncı ölçümü için bir sfigmomanometre ve steteskopa ihtiyaç vardır. Steteskop olmadan, sadece palpasyonla da kan basıncı ölçülebilir ama palpasyonla sadece sistolik kan basıncı (büyük tansiyon) ölçülebilir. Bir sfigmomanometre, manşon, manometre, manometre ile manşonu birbirine bağlayan hortum ve pompadan oluşmaktadır. Manşon, elastik olmayan bir kumaş olup kolu sarmakta ve içinde şişirilebilen lastik bir kese barındırmaktadır. Manşon, kol etrafına çoğunlukla Velcro yapıştırıcısı yardımıyla, bazen incelen ucun sarılan manşonun içine sokulması ve çok ender olarak da çengellerle tesbit edilmektedir. İncelen manşonlar kolu defalarca saracak uzunlukta olmalıdır. Kan basıncı, pratikte, sfigmomanometre diye isimlendirilen tansiyon aleti ile ölçülmektedir, en yaygın 2 tip; cıvalı ve aneroit manometrelerdir. Genel olarak, cıvalı manometrelerin aneroit manometrelere göre bakımı, daha kolay ve hassasiyeti daha fazladır. Aneroit manometreler daha pratiktir ve kırılma tehlikesi yoktur. Piyasada klasik cıvalı veya aneroit manometrelerden farklı olarak çok sayıda otomatik ve yarı otomatik sfigmomanometreler satılmaktadır. Genel olarak, bu cihazların çoğu, standart cıvalı manometrelerden daha pahalı olmalarına karşın onlar kadar hassas değildir. Parmak ucundan kan basıncı ölçen cihazların daha az hassas olduğu unutulmamalıdır.
Hasta, kan basıncı ölçümünden yarım saat önce egzersizden kaçınmalı, birşey yememeli, kafein almamalı ve sigara içmemelidir.
Hastalar kendi kan basınçlarını ölçmeyi öğrenmeli ve olanakları varsa bir tansiyon aleti ve steteskop almalıdır. Böylece beyaz önlük hipertansiyonu önlenir. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur gibi sağlık sigorta güvencesi olanlar eğer hastalıklarını belirtir bir heyet raporu alırlarsa ilaçlarına hiçbir ücret ödemezler. Bu konuda doktorları yardımcı olacaktır. Hastalar ölçtükleri kan basıncı değerlerini kaydetmeyi alışkanlık haline getirmelidir
1. Her kan basıncı yüksekliğinde dil altı nifedipine (turuncu kapsüller) çiğnemek. Dil altı nifedipine, sadece acil durumlarda kullanılmalıdır. Her kan basıncı yükselmesi acil durum değildir. Dil altı nifedipine kan basıncını hızla ve kontrolsuz düşürerek istenmeyen sonuçlara (felç, kalp krizi, ölüm vb.) yol açabilir.
S: Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkisi
var mıdır?
S: Kan basıncı çok düşerse ne yapılmalıdır?
S: Kan basıncı ne zaman ölçülmelidir?
S: İlaçlar hipertansiyona yol açar mı?
S: Hipertansiyonda kalıtımın rolü var mıdır?
S: Hipertansiyon önlenebilir mi?
|